21 Ekim 2009 Çarşamba

Hızlı hamile kalmanın yolları

Hamilelik bazen çok kolay elde ediliyormuş gibi görünse de oldukça karmaşık bir dizi olayın bir ahenk içinde işlemesi ile gerçekleşir. Beyinden bazı hormonlar salgılanır, bu hormonlar yumurtalıkları uyarır, yumurtlama her ay bir yumurta gelişecek şekilde düzenlenir. Yumurta büyüdükçe kendisi de hormon üretimine katkıda bulunur ve rahim iç zarının döllenmiş yumurtayı tutup ona iyi bir yatak oluşturması için kalınlaşmasını sağlar. Yumurta kesesi belli bir büyüklüğe gelince çatlar ve içindeki yumurta rahim kanallarının ucundaki saçaklı yapılar tarafından tutulur. Eğer bu sırada bir cinsel ilişki gerçekleşmişse ve sperm sayısı, yapısı, hareketliliği normalse yumurtayı dölleyebilir ve döllenmiş yumurta bölünmeye başlar. Bölünmeler devam ederken tüplerdeki yolculuk rahime doğru devam eder. Yaklaşık 5-7 gün gibi bir sürede embriyo rahim iç zarına ulaşır ve uygun ortam sağlanmışsa rahim iç duvarına gömülerek gebeliğin başlamasını sağlar.

Bu karmaşık olaylar dizisi içinde psikolojik faktörlerin önemli olduğu düşünülmektedir. Vücutta salgılanan stres hormonları beyinden salgılanan hormonların salgılanma düzenini etkiler. Beynin Hipatalamus bölgesinden salgılanan ile hipofiz bölgesinden salgılanan FSH ve LH gibi yumurta gelişiminde çok önemli olan hormonların düzen içinde salgılanmasını sağlayan GnRH adı verilen hormon, stresten önemli ölçüde etkilenir. GnRH salgılama düzeninin değişmesi yumurta gelişimini olumsuz etkileyebilir. Stresi azaltmanın en iyi yolu dikkati başka yöne kaydırmaktır. Kişinin kendisini rahatlatan uğraşlara yönelmesi (resim, müzik, el sanatları vb), ağır olmayan egzersiz, yoga, bahçe işleri gibi rahatlatıcı fiziksel çalışmalar yapması en çok tavsiye ettiğimiz yöntemlerdir.

Hamilelik isteyen kadının adetinin düzenli olması önemlidir. Düzenli adet görmek yumurta gelişiminin ve yumurtlamanın iyi bir göstergesidir. Uzun aralıklarla adet olmak, az adet olmak genellikle yumurtlama ve hormonlarla ilgili bir sorunu gösterebilir. En sık olarak da polikistik yumurtalık sendromunda 35-40 günde ya da 2-3 ayda bir adet gerçekleşir. Genellikle polikistik yumurtalık sendromunda ciddi yumurtlama problemi vardır. Çoğunlukla hamilelik elde etmek için ilaçlarla yumurtlamanın uyarılması gerekir. Çok kısa aralıklarla adet görme progesteron üretimi yetersizliğine bağlı olabilir. Progesteron yumurtalıktan üretilir ve rahim iç zarının hamileliğe hazırlanmasını sağlar. Progesteron hamileliğin devamı için de gereklidir. Eksikliğinde düşüklere neden olur. Hamileliğin ilk dönemlerinde progesteron kaynağı yumurtanın kendisinden oluşan korpus luteum adı verilen yapıdır. Hamileliğin 8-10. haftasından sonra plasentanın gelişmesiyle progesteron kaynağı plasenta olur.

Hamile kalmaya çalışan çiftler yumurtlama gününü yakalamaya çalışırken cinsel ilişki bir görev haline dönüşebilir. Bu görev şeklinde yapılan cinsel ilişki rahatlamadan çok beklentinin yüklendiği performans kaygısı oluşturabilir. Oysa haftada 3 ya da 4 kez cinsel ilişki yapan çift büyük olasılıkla yumurtlama günlerine yakın günleri yakalamış olur. Düzenli olarak 28 günde bir adet gören bir kadında yaklaşık 13-14. gün yumurtlama olduğu kabul edilir. Bazı aylarda birkaç gün erken veya geç yumurtlama olabilir. Eğer adetin başlangıcından itibaren sayılarak 12-16. günlerin olduğu haftada yeterli cinsel ilişki yapılırsa hamilelik şansı artar. İlişki sonrası hemen yataktan kalkmamak, kayganlaştırıcı jel ve fitil kullanmamak, bacakları kapatıp, kalçanın hafif yükseltilerek 30 dakika kadar yatakta beklenmesi, vaginanın içinin yıkanmaması hamilelik şansını artıran uygulamalardır. İlişki öncesi jel ve fitil vagina içinde spermleri etkisizleştirerek spermlerin yumurtaya ulaşmasını engeller. Kalçanın hafif yükseltilmesi rahim ağzının vagina dibinde göllenen spermlere daha iyi temasını sağlar.

Beslenmenin hamilelik üzerine etkisi bilimsel olarak net ortaya konulamamıştır. Ama genel sağlık prensipleri dahilinde düzenli ve dengeli beslenmek hamilelik sırasında daha önemlidir. Tabii ki aşırı kilonun yumurtlamayı bozduğu bilinmektedir. Erkeklerde de aşırı kilo yağ dokusunda kadınlık hormonu olan östrojenin artmasına neden olarak sperm yapımını olumsuz etkileyebilir. Hamileliği olumsuz etkileyen en önemli unsurlar sigara ve alkoldür. Sigara yumurta kalitesini olumsuz etkiler. Sperm üzerine etkileri tam net olarak gösterilememiş olmakla birlikte hareketliliğin etkilendiği kabul edilmektedir.

Hamile kalmayı planlayan kadının yumurtlama döneminden sonraki günlerde gerekli olmadıkça ilaç kullanmamaya dikkat etmesi uygundur. Gerekli olduğunda da hamilelikte kullanılabilen türden ilaçların seçiminde fayda vardır. Döllenmeden önceki günlerde kullanılan ilaçların genellikle zararsız olduğu kabul edilmektedir.

Bebek isteyen çiftlerin dikkat etmesi gereken bazı konular var. Öncelikle erkekte sertleşme problemi ya da erken ya da geç boşalma, boşalamama gibi sorunların mutlaka üroloji uzmanı tarafından değerlendirilmesi uygun olur. Daha önceden testis bölgesine travma, ateşli hastalık, kabakulak geçirmiş, yüksek sıcaklıkta veya kimyasallarla ilgili işlerde çalışanların, aşırı alkol ve uyuşturucu kullananların, diyabet, kistik fibrosis gibi hastalığı olanların, çeşitli romatizmal ve kronik hastalıklar nedeniyle uzun süreli ilaçlar kullananların, ailesinde infertilite problemi olanların ilk olarak spermiogramlarının yapılması ve sperm yapı, sayı ve hareketliliğin normal olup olmadığı değerlendirilmesi gereklidir.

İlişki sıklığı ikinci önemli konudur. Normalde haftada 3-4 kez cinsel ilişki önerilmektedir. İlişkinin tam yapılamadığı spermin vagina içine dökülemediği durumlarda gebelik elde etmek oldukça zordur. Vaginismus da cinsel ilişkiyi imkansızlaştırdığı için tek başına hamileliği zorlaştıran bir durumdur. Vaginismus durumunda vakit kaybetmeden psikolojik yardım almak kişinin bundan sonraki yaşam ve cinsel yaşam kalitesini arttırır.

Kadınlarda adetlerin düzenli ve yeterli olması gerekir. Vücutta tüylenme artışı, memelerden süt gelmesi durumunda hormonal düzensizliğe bağlı olarak yumurtlama düzeni bozulabilir. Geçirilmiş enfeksiyonlar rahim, yumurtalıklar ve tüplerden oluşan genital yollarda bozulmalara neden olabilir. En sık karşımıza çıkan tablo enfeksiyonlara bağlı Fallop kanallarında bozulma ve tıkanmalardır. Fallop tüpleri sadece rahim ve yumurtalıklar arasında uzanan düz borular değildir. Yılankavi hareketlerle spermin yumurtaya ulaşmasına yardım eden fonksiyonel yapılardır. Tüplerin en geniş kısmında döllenme gerçekleştikten sonra oluşan embriyo aynı hareketlerle rahimin içine taşınır. Eğer tüpler kapalıysa ya da yapıları bozuksa sperm ve yumurtanın buluşması sağlanamaz.

Ağrılı adet görme ve ilişki sırasında ağrı üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir. Bu iki bulgu endometriozis adı verilen hastalığın belirtisi olabilir. Endometriozis rahim iç zarı dokusunun rahim dışında karın iç zarı, yumurtalıklar ve tüpler etrafında vb yerleşmesi ile ortaya çıkar. Aynı rahim iç zarında olduğu gibi adet zamanında kanama yapar. Her ay kanayan bu endometriozis odakları, içinde yerleştikleri dokuyu harap etmeye, içe doğru kanamaya, kistleşmeye (çikolata kistleri) neden olur. Aynı zamanda yerleştikleri bölgelere yakın yerdeki dokularda çekintilere, büzüşmelere neden olurlar. Fallop tüplerinin etrafında yerleşenler tüplerin fonksiyonlarının bozulmasına neden olurken yumurtalıkta yerleşen çikolata kistleri yumurtalık dokusunu etkileyerek yumurta gelişimini ve kalitesini bozabilir. Endmetrioziste vücutta salgılanan bazı maddelerin gebeliğin oluşumunu olumsuz etkilediğine dair yayınlar mevcuttur. Endometriozis klinik olarak 4 evreye ayrılır. 1. ve 2. evre endometriozis hafif olarak adlandırılır ve gebelik şansı daha iyidir. Fakat evre 3 ve 4. endometriziste tüp bebek tedavilerine rağmen gebelik elde etmek oldukça güç olabilir.

Rahim içinde olan myomlar, polipler de hamile kalmayı güçleştirir. Myomlar rahimin iyi huylu tümörleridir. Yerleştikleri yere ve büyüklüklerine göre gebeliği engelleyebilirler. Rahimin iç zarında yerleşen myomların gebeliği engellediği bilinmektedir. Ama rahim dış tabakasında yerleşenlerin önemi yoktur. Rahimin kas dokusunun içinde olan myomlar eğer rahim iç zarına baskı oluşturmuyorsa ve çok büyümemişse önemli olmayabilir. Hamileliği engellediği düşünülen myomların çıkarılması uygun olur. Kadınlarda hamileliği güçleştiren en önemli faktör yaştır. Kadın yaşı arttıkça yumurta kapasitesi, kalitesi ve rahim zarının döllenmiş embriyoyu tutma yeteneği azalır. Bu nedenle 35 yaşın altında 1 yıl bekleme süresi, 35 yaşın üstünde bekleme süresi en fazla 6 ay olmalıdır.

Hamile kalmak isteyen kişilerin öncelikle bir jinekolojik muayeneden geçerek, gebelik öncesi yapılması gereken smear gibi muayeneleri olmaları, muayene sırasında tespit edilen hastalıkların ve aile öyküsüne bağlı problemlerin önceden tespit ve tedavi edilmesi hamileliğin sorunsuz geçmesine yardımcı olur. Hamileliğe hazırlanıldığı dönemde bazı alışkanlıkların değiştirilmesi de önerilen bir konudur. Gereksiz stres yapmadan doğru zamanlarda ilişkinin programlanması, ama bunu bir zorunluluk ve görev haline dönüştürmeden yapılması hamilelik şansını arttır.

17 Nisan 2009 Cuma

10 adımda daha iyi bir seks


Tekdüze giden seks hayatınızı renklendirmek elinizde. Bunun için farklı şeyler denemelisiniz. Nasıl mı, işte size hem partnerinizi hem de sizi mutlu edecek öneriler... 



Beklenmeyeni yapın: İlişkinizdeki monotonluğu ortadan kaldıracak tek şey şaşırtıcı bir şeyler yapmaktır. Küçük sürprizler, şaşırtıcı dokunuşlar... 

Romantizmi arttırın: Sevgilinizle birlikte güzel bir gece geçirmeyi planları yaparken bazı detayları da sakın ihmal etmeyin. Yakılan birkaç mum, odaya yayılan hoş bir koku ve hafifçe çalan romantik bir müzik romantizmin doruğa ulaşmasında en büyük yardımcılarınız olacak. Böylece partnerizini baştan çıkarmanız da çok kolaylaşacak. 

Rahat ama seksi giyinin: Kendinizi seksi hissetmeniz için öncelikle rahat olmanız gerekli. Eğer vücudunuzun herhangi bir bölümüyle ilgili rahatsızlık duyuyorsanız uygun iç çamaşırlarıyla bu kusuru kolaylıkla saklayabilirsiniz. Güven afrodizyak gibidir ve yatak odasında ne kadar iyi görünürseniz o kadar güzel bir gece geçirirsiniz. 

Partnerinizin ne istediğini düşünün: Seks hayatınızda yeni bir adım atmak istiyorsanız partnerinizi memnun etmek için zaman harcayın. İlişki sırasında kulağına hoş şeyler fısıldayın. 

Sadece kendi isteklerinize yoğunlaşın: Onlara ne istediğinizi söyleyin. İster inanın ister inanmayın ama erkekler sizi neyin harekete geçirdiğini bilmek ister. Hatta buna önem verirler. Sizi mumnun etmekten gurur duyarlar. Asıl önemli olanın ikinizin de mutlu olması gerektiğini unutmayın ve bunun için çaba sarfedin. 

Yeni bir yer deneyin: Mekan değişikliği yaparak seks hayatınıza biraz yenilik ve heyecan katabilirsiniz. Bir otel odası kiralayın, başka bir odayı deneyin ya da hiç akla gelmeyecek yerler seçin... Unutmayın seçeneklerin sonu yoktur. 



Duygularınızı saklamayın: Kendinizi ve duygularınızı açığa vurmaktan sakın korkmayın ve bu kouda mümkün olduğunca kendinizi özgür hissedin. Nasıl hissettiğinizi dile getirin ve hoşlandığınız şeyleri yapmaktan asla çekinmeyin. 

Konuşmadan harekete geçin: Sessizlik kimi zaman heyecanlandırıcı olabilir. Bu fikir özellikle partneriniz eve geldiği anda hiç konuşmadan onu çekip birlikte olduğunuz zaman işe yarayabilir. 

Buz ya da filmler işinize yarayabilir: Yeni bir şeyler denemeye ne dersiniz? İlişikiniz zaten mükemmelse yeni bir şey denemek onu daha da değerli kılacaktır. Göz bağı, filmler, buz, oyuncaklar…. Bu arada isterseniz sadece kendiniz hayal edin ya da partnerinizle paylaşın ama fantazileri de sakın yabana atmayın. Asıl önemlisi yaratıcı olmak. 

Her dokunuş önemlidir: Seksten aldığınız keyfi arttırmak istiyorsanız yeni pozisyonlar denemelisiniz. Bu tabii ki alıştığınız ve hoşunuza gidenleri unutmanız anlamına gelmiyor ama denemekten de korkmayın. Böylece rutinden kurtulmuş olacaksınız. Aldığınız zevki görünce emin olun siz de çok şaşıracasınız.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Suda Doğum Yapmak

Suda Doğum

Hidroterapi yani su ile tedavi uzun yıllardır kas gevşetici ve rahatlatıcı etkileri nedeni ile kullanılagelen bir alternatif tedavi yaklaşımıdır. Bu etkinin normal doğumlarda da kullanılabileceği fikri de oldukça eskilere dayanır. Dokümente edilen ilk su altı doğumu 1803 yılında Fransa’da yaşanmıştır. Ancak bu planlı bir doğum değidir. Uzun süre doğum eyleminde kalan ve biraz rahatlamak için sıcak su dolu bir küvete giren bir kadının doğumu bu esnada gerçekleşmiş ve bu tesadüf sonucu suda doğum yapan ilk kadın olarak tarihe geçmiştir.

1960′lı yıllara kadar suda doğum ile ilgili herhangi bir gelişme yaşanmazken bu tarihlerde ilk kez eski Sovyetler Birliği’nde Igor Charkovshy bu konuda denemelere başlamıştır. Onu 1978-1985 yılları arasında Fransa’da yaşayan Dr. Michel Odent izlemiş ve su altında pekçok doğumun gerçekleşmesinde yardımcı olmuştur.

Suda doğum uygulamaları daha sonraları bir ara güncellik kazansa da belirli bölgeler dışında hiçbir zaman popülarite kazanamamıştır. Günümüzde eski Sovyet Cumhuriyetleri, İngiltere ve Fransa’nın bir kısmı ile Amerika Birleşik Devletlerinde sınırlı sayıda klinikte uygulanmaktadır.

Suda doğum yaptıran ve bu uygulamayı savunan kişiler ılık suyun sakinleştirici ve ağrı giderici etkileri olduğunu ve bu etkinin kadının kendisini rahat hissetmesine ve doğumun daha kolay geçmesine yardımcı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu görüşler dışında suda doğumun su dışında doğuma üstün olduğunu gösteren hiçbir bilimsel veri yoktur.

Konuyla ilgili yapılan ve normal doğum ile suda doğumu karşılaştıran sistemik bir araştırmada yarar ya da istenmeyen etki açısından her iki doğum şeklinin birbirine karşı avantaj ya da dezavantajının olmadığı gösterilmiştir. 1994-1996 yılları arasında İngiltere’de gerçekleşen doğumların sadece %0.6’sı suda olmuş ve bu doğumların da %9′u evde gerçekleşmiştir. Bu doğumlarda bebek ölüm oranı binde 1.2′dir ve normal suda olmayan doğumdan çok farklı değildir.

Suda doğum tüm dünyada yaygınlık kazanmadığından konu ile ilgili bilimsel araştrıma ve makaleler de son derece sınırlı sayıdadır ve bunların büyük bir kısmı ebelik ile ilgili dergilerde yer almaktadır. Suda doğum klinikleri de genelde ebelerin görev yaptığı merkezler şeklindedir. Karşılaştırmalı inceleme yapılan araştırma sayısı ise yine çok kısıtlıdır ve eldeki veriler fikir birliğine varmak için yeterli değilidir. Konuyla ilgili çelişkili bilgiler mevcuttur.

Bazı çalışmalarda suda doğum sırasında annede daha fazla sayıda ve daha ciddi doğum kanalı yırtıkları ortaya çıktığı ileri sürülürken bunun tam tersini bildiren çalışmalarda vardır. Benzer şekilde suda doğum ile normal doğum karşılaştırıldığında doğum eyleminin süresi, ağrıkesici gereksinimi gibi parametreler açısından da birbiri ile çelişen bilgiler yapılan az sayıdaki araştırmalardan elde edilmiştir.

Suda doğumu savunanların hipotezi ılık suyun kasları gevşeteceği ve zihinsel rahatlık sağlayacağı ve bu sayede plasentaya giden kan akımının artarak daha az ağrılı ve daha kısa bir doğum süreci yaşanacağıdır. Ancak burada suyun sıcaklığı önem kazanmaktadır.Su için ideal sıcaklık 37 derecedir. Suyun daha sıcak olması durumunda anne adayının kan dolaşımında değişim olabilir ve ani tansiyon düşüklüğü ile plasentaya giden kan akımlarında azalmalar yaşanabilir bu da hem anne adayını hem de bebeği gereksiz risk altına sokabilir. Ayrıca suda uzun süre kalınması durumunda anne adayında terlemeye bağlı sıvı kaybı görülebilir. Öte yandan doğum eylemi sırasında anne adayı su içindeyken bebeği kardiyotokograf ile monitörize etmek oldukça güçtür. Bunun için özel monitör cihazları gereklidir. Doğum eylemi monitörüze edilmediğinde bebeğin kalp seslerinde yaşanabilecek düşmeler fark edilemeyeceğinden oksijensiz kalması riski söz konusu olabilir.

Suda doğumla ilgili bir başka risk de enfeksiyon olasılığındaki artıştır. Doğum eylemi sırasında suya karışan kan ve dışkı hem anne hem de bebek için risk yaratır. Her ne kadar sudaki anneye ait dışkı su dışına alınsa da su hiçbir zaman temiz olmamaktadır.

Suda doğum sırasında karşılaşılan ve önceden kestirilemeyen bir başka risk de kordon kopmasıdır. Özellikle bebeğin göbek kordonunun kısa olması durumunda aniden su yüzüne çıkan bebeğin kordonu kopabilir ve bebek kan kaybedebilir. Yapılan bir çalışmada suda doğum sonrası bebeklerin %14′ünün kordon kopması nedeni ile yoğun bakıma alındığı ve hatta bir bebeğe kan verilmesi gerektiği saptanmıştır.

Doğumun yapılacağı havuzun fazla derin tutulmaması ya da bebeğin tamamen doğana kadar yukarı çekilmemesi bu riski azaltabilir.

Solunum açısından bakıldığında ise suda doğum bebeğin boğulma ya da su yutma riskini arttırmamaktadır.

Görüldüğü üzere suda doğum normal doğuma herhangi bir üstülük sağlamamaktadır. Kaldı ki evrim süreci içerisinde suda yaşayan pekçok canlı üremek için karaya gelmeyi tercih etmekte, karada yaşayan hiçbir canlı ise bu amaçla suya gitmemektedir.

Ülkemizde suda doğum ile ilgili tecribesi olan hekim sayısı neredeyse hiç yoktur. Dünyada yaygın uygulama alanı bulamamış bu yöntemin ülkemiz de de popülerlik kazanmasını uzak bir olasılık olarak görmekteyim. Ayrıca sağlık mevzuatında konu ile ilgili herhangi bir düzenleme bulunmaması nedeni ile görülebilecek olumsuzluklar karşısında yasal prosedürün de bilinmemesi nedeni ile pekçok jinekolog bu doğum şeklini uygulamaya yanaşmayacaktır.